Sosyolojik Düşünme köşemiz, tercümesini yaptığım Sosyolojik Düşünme ve Pratik Uygulama kitabımızın verdiği taktiklerden yola çıkarak, sosyolojiyi pratiğe dökme amacı ile öğrencilerimizle oluşturduğumuz bir köşedir.
Burada her hafta bir konu belirliyor ve öğrenci jüri üyeleri tarafından değerlendirilen ve en iyi seçilen yazıyı haftanın yazısı olarak yayınlıyoruz. Böylece hem sosyolojiyi gözleme dönüştürüyor hem de öğrencilerimizin yazma gücünü geliştiriyoruz.
Doğaldır ki başlangıç yazılarımızda bazı eksiklikler olabilir ama her geçen gün bu yazıların kalitesinin artacağı için kusurlarda hoş görünüzü ve uygun gördüğünüzde takdirlerinizi bekleriz. Sizleri öğrencilerimizden gelen ve haftanın birincisi gelen yazı ile baş başa bırakıyorum.
Bu haftanın sorusu şu: Öğrencilerimize, “İslam dünyasının birlik olmasının önündeki engeller ve birlik olma imkanını artıracak faktörler nelerdir? “ diye sorduk. Onlar da bunu cevapladılar. Şimdi sizleri en iyi seçilen haftanın yazısı, Sakarya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 2. sınıf öğrencisi Şeyma Nur Varol’un yazısı ile baş başa bırakıyorum.
Doç. Dr. Ali Arslan
MÜMİNLERİN KARDEŞ OLDUĞUNU UNUTUYOR MUYUZ?
Günümüzde, Avrupa ülkelerinin her türlü sorun karşısında gerektiğinde kolayca birlik içerisinde olduğunu görebiliyoruz. Fakat maalesef bu birliktelik İslam ülkeleri arasında görülmemektedir. İslam ülkelerinin güçlü bir birliktelik sağlayamamış olmaları İslam coğrafyasında yaşanan çeşitli sorunların ortaya çıkmasının temelini oluşturmakta ve önemli bir eksiklik oluşturmaktadır.
“İslam dünyasının birlik olmasının önündeki engeller nelerdir?” diye bir analiz yaptığımızda; bu engellerden birisi; farklılıklar olsa da Müslümanların, birbirlerinin kardeşleri oldukları bilincine sahip olmamalarıdır. Bu bilinç eksikliği ise bazı toplumların Kur’an ahlakından uzaklaşmasından kaynaklanmaktadır.
İslam Birliği için ırk, dil, vatan, mezhep farklılıkları dikkate alınmadan inanç birlikteliği altında, hoşgörü ve dayanışma içinde toplanmamız gerekmektedir. Görüş, düşünce vs. gibi farklılıklar tüm toplumlarda karşılaşılabilen tabii durumlardır. Irkı, dili, vatanı, mezhebi ne olursa olsun tüm Müslümanlar kardeş olduğunun bilincine sahip olmamız gerekir.
Müslümanlar arasındaki farklılıklar birer zenginlik olarak değerlendirilmeli ve bu gibi farklılıklardan dolayı çatışma içerisine düşülmemeli, asıl sorunlardan uzaklaşılmamalı, Müslüman kardeşlerimizle çekişme ve çatışma içerisine girmemeliyiz.
Birlik sağlanmasının önündeki bir başka engel ise; birçok Müslüman ülkede, büyük ölçüde Batı’nın çıkarlarını temsil eden ya da kendi kişisel çıkarlarını ön planda tutan, İslam dünyasının menfaatlerini ikinci plana itebilen yönetimlerin iktidarda olmasıdır. Bu yönetimlerin kendi çıkarlarını ön plana almaları, İslam birliğinin ve Müslümanların bir araya gelip bir birlik olmalarının önünde önemli bir engel oluşturmaktadır.
Bu tür çıkar ilişkilerine bir örnek vermemiz gerekirse I. Dünya Savaşı döneminden bir örnek verebiliriz. Arapların büyük bir çoğunluğunun I. Dünya Savaşı’nda bizlere ihanet ettiği maalesef acı bir gerçektir. Mekke Şerifi Hüseyin’in ortaya çıkardığı ‘Arap isyanının, 16 Mayıs 1916’da İngiltere ve Fransa arasında gizlice imzalanan ve Osmanlı’nın Ortadoğu’daki topraklarını paylaşan Sykes-Picot Antlaşması‘ndan 25 gün kadar sonra ortaya çıkması oldukça dikkat çekici olmuştur. Osmanlı yönetimi ve dünya yapılan bu gizli antlaşmayı ancak 1917 Sovyet Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği’nin kurucusu olan Vladimir Lenin’in açıklaması ile öğrenmiştir. Bir kısım Arapların bizlere yaptığı bu ihanetin etkisi olumsuz sonuçlar doğurmuş ve Müslüman devletler arasında güvensizliği oluşmuştur.
Cahillik, dünyevileşme, keyfe düşkünlük, ırkçılık ve diğer kardeşlerini küçük görme gibi etkenler müminleri diğer mümin kardeşlerine karşı duyarsızlaştıran ve birlik sağlanmasını geciktiren nedenler arasında yer almaktadır.
Peki İslam dünyasının birlik olma imkanını artırmak için neler yapılabilir? Öncelikle, tarihi tecrübelerden ders alınmalı, yanlış yönlendirmelere uymaktan sakınılmalı ve İslam dünyası kendi özündeki değerlere sahip çıkmalıdır.
Bu değerler; Kur’an ahlakı ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetinin gereği olan, Müslümanların birlik ve beraberliğine uyulmasıdır. Zaten İslam Birliği öncelikle Allah(c.c)’ın Kur’an-ı Kerim’de tüm Müslümanları bağlayan ve uymaları gereken bir emridir. Bu emir, Kur’an-ı Kerim’de; “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın.” (Al-i İmran, 103) şeklinde geçmektedir.
Bu ayetten yola çıkacak olursak problemin çözümü, Kur’an ahlakının gerektiği gibi yaşanmasındadır. Günümüzde İslam dünyasının tümüne yol gösterecek evrensel bir merkezi sistem oluşturulmalı ve bu sistemde Kur’an-ı Kerim esas alınmalıdır. Kur’an-ı Kerim esas alınarak oluşturulacak bu sistem ile İslam Birliği’ni engelleyen mevcut sorunların çözülmesi kolaylaşacak ve daha güçlü bir birlik için önemli ilk adım atılmış olacaktır.
Son olarak; şunu söylemem gerekir ki, İslam ülkelerinin her biri elbette ve öncelikle kendi içerisinde bir olmayı başarmalı, kendi içlerindeki ayrımları, emperyalist, komünist vs. gibi islam karşıtı fitnelerin ağına düşerek yem olmamalı ve İslam ülkeleri arasına sokulan fitneler bertaraf edilmelidir, suni ayrımlar engellenmelidir.
Kısacası; İslam ülkelerinin her biri önce kendi içinde tam anlamıyla bir İslam ülkesi olmalı ki daha sonrasında İslam dünyası bütün bir birlik oluşturabilsin. Tüm İslam ülkelerinin bu bilince varması ve İslam birliğinin sağlanması dileğiyle..
No responses yet