Sosyal Bilimciler olarak, sosyal davranışı açıklamak bizim işimizdir. Bunlardan kendi alanım olan sosyoloji biliminin teorileri, verileri ve bulguları ışığında büyük büyük açıklamalar yapar, sonra da bilimsel olarak şöyledir, böyledir deriz. Bu açıklamaların bilimsel olarak itiraz edilebilecek belki de bir yanı yoktur. Mademki bilimseldir, öyleyse tekrar tekrar denendiğinde bile aynı sonuçlar elde ediliyor ise, yapılan açıklamalar doğrudur, inandırıcıdır, ikna edicidir. Ancak;
Geçtiğimiz aylarda, Amerika’da Portand State Üniversitesinde, 7.5 ay misafir öğretim üyesi olarak görev yaptım; orada bir taraftan ders verirken, bir taraftan da bilimsel çalışmalarda bulundum. Dikkatimi çeken bir şey oldu: Farklı milletler olmamıza, farklı coğrafyalarda bulunmamıza ve farklı dinlerin mensupları olmamıza rağmen, bizim üniversitelerimizde öğrendiğimiz ya da öğrettiğimiz bilgiler ile, Amerika’da en azından kendi alanımda incelediğim alanın, yani sosyolojinin alanındaki bilgiler arasında bir farklılık yoktu. Biz burada ne konuşuyorsak, üç aşağı beş yukarı, orada da aynı şeyler okutuluyor ve konuşuluyordu. O zaman bir kez daha hissettim ki, bugün bizim öğretilerimiz içinde, birçok bilim dalında, neredeyse bize ait bir şey yok. Bütün dünya hemen hemen aynı şeyi konuşuyor; çünkü bilgi, aynı köke dayanıyor.
Öte yandan bir başka bir örnek daha vermek istiyorum: 90’lı yıllarda Almanya’ya gittiğimde Köln Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde okuyan bir Türk öğrenci ile karşılaştığımda ve ona, “Siz, Ziya Gökalp, Prens Sabahaddin vb. bizim ülkemizde bilinen isimleri okuyor musunuz?” diye sorduğumda, bana: “Gerek yok ki, onlar zaten sosyolojiyi buralardan almışlar, biz de zaten burada onu üreten kişileri okuyoruz” demişti.
Bu iki bilgiyi bir araya getirdiğimde ve bu durumu, 23 Mayıs 2012 Çarşamba günü akşamı, Prof. Dr. Süleyman Özdemir’in başkanlığındaki İKTER’in (İstanbul İktisatçılar Derneği)’nin düzenlediği, , Prof. Dr. Bedri GENCER’in konuşmacı, benim de dinleyici olarak katıldığım “MEDENİYET ve MODERNLEŞME” konulu toplantısında anlattıkları ile bütünleştirdiğimde problemin kaynağı biraz daha netleşmiş oluyor.
Bedri Bey; dostum olmasına rağmen, kendisini konuşmacı olarak ve detaylı bir şekilde ilk defa dinleme; dolayısıyla diğer bazı yazılarını da ayrıca inceleme imkanı buldum. Açıkça söylemek gerekir ki, sadece ben değil, islam dünyasının milyonlarca bilim adamı, maalesef hep ters köşeye yatıyoruz. Her gün sıklıkla kullandığımız, çok iyi bildiğimizi ve iyice hakim olduğumuzu zannettiğimiz kavramları bile bilinçsizce kullanıyoruz, sonra da maalesef onların doğruluğuna inanıyor ve ömrümüzü onların peşinde tüketiyoruz. Bunlar hangi kavramlar denildiğinde, o kadar fazla ki, sayılamayacak kadar çok kavram, ard arda geliyor. Düşünce dünyalarımız neredeyse yanlış kavramlar üzerine bina edilmiş. Konumuz dışında olduğu için, yöneticilerimizi ve diğer alanları söylemiyorum bile.
Gencer’in ifadesiyle, kavramların sınırları var ve dolayısıyla kavramların milimetrik anlamları var. Biz bu milimetrik tanımlardan ve bu tanımlara ait köklerden maalesef çoook uzağız. Bize aşılanmış moda kavramlarla düşüncelerimizi üretip duruyoruz. Bir çok alanda Batı’dan alınmış kavram ve açıklamalar; bizim düşünme paradigmalarımız haline gelmiş. Bunlar bizi tamamen değiştirdiği gibi, farkında olmadan inançlarımız da buna parelel değişiyor. Dolayısıyla bilim adamları, aydınlar, siyasetçiler, yöneticiler vd. hep birlikte, müslüman dünya olarak Batı dünyasının peşinde, nereye gittiğimiz ve niçin gittiğimizin farkında olmadan savrulup gidiyoruz.
Kendimiz olmadan neyi ne kadar başarabiliriz? Milletler topluluğunun önünde ne kadar liderlik rolü oynayabiliriz? Bırakın lider olmayı, ne kadar iyi öğrenci olacağımız bile tartışma konusu…. Eğer mesafe katetsek bile, acaba artık biz gerçekten biz miyiz? Bu sadece bilimde değil, neredeyse toplumsal hayatın tüm alanlarında böyle. Güney’in, ekonomi ve siyaset için söylediği de, bundan daha iç açıcı değil: “Ekonomi ve siyasi hayatımızı yönlendiren global patronlar ‘başkanlık sistemi’ istiyor. Rejim değişiyor. Kürtler haklarını alacak.” Özal’a Amerika, “Türkiye’yi ya büyüt ya küçültelim” dedi. Türkiye büyüyemedi, küçülecek. Özal’a,“Büyük Ortadoğu Devleti olsun” demişlerdi; olmadı. BOP dayandı kapımıza..“
Eğer islam dünyası olarak, kendi kavramlarımız ile, kendi dünyamızı inşa edemezsek, bu defa bizim için kurulan senaryoların içinde farkında olmadan oyunumuzu oynuyoruz. Hem de büyük bir iş yaptığımızı zannederek.
Bedri Gencer’i dinlediğimde, müslüman dünya olarak, bize yüzyıllardır güç katan kavramların ne kadar güçlü olduğunu, ancak öte yandan, Batı, kendisi “Hikmet”ten uzaklaşırken, bizi de uzak bıraktığını, ya da kendiliğimizden bıraktığımızı, ancak bu yolun insan fıtratına çok da uygun olmadığını hissettim. Dolayısıyla yola devam etmeden once bildiğimiz kavramları sil baştan ele almamız gerekiyor.
Bu konuyu tekrar masaya yatırmak için, hem yurt dışında olduğum, hem de baskısı tükendiği için henüz okuyamadığım, ancak yazarı olan Bedri Gencer’in kendisinden özetini dinlediğim ve dün akşamki konuşmasının ana kitabı olan, matbaada olduğunu öğrendiğim, 872 sayfalık “İslamda Modernleşme (1839-1939) kitabının yeni baskısını sabırsızlıkla bekliyorum ve mükemmelliğinden emin olarak sizlere de tavsiye ediyorum. İslam dünyasının müzmin problemlerinden kurtulabilmesi için, en acil ve en önemli ihtiyaç olan, kendine dönmesi ve gücünü kendi temellerinden alması gerektiğine inanıyorum. http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=448247
Eğer gücümüzü kendimizden alabilirsek, başkasının ürettiği kavramlarla düşünmek yerine kendimize şahsiyet verecek ve bizi güçlendirecek köklerimizi de dönmüş olabileceğiz. O zaman, kaybedilmiş yitiğimiz olan hikmeti, nereden gelirse gelsin yeniden elde edebileceğiz. Belki yine Batılı bilimlerden istifade edeceğiz, ama o zaman belki ilim ve hikmet birlikte kucaklanmış olacak. Komplekse girmeden, gücünü kendi köklerinden alan, ilim ve hikmeti bir arada kucaklayan bir bakışa sahip olmuş olacağız.
O zaman, “Sen modern değilsin” denildiğinde, bu problem olmayacak, çünkü “medeni” olmanın içinde zaten daha fazlasını barındıran bir bilince sahip olduğumuzu görebileceğiz. O zaman, Prens Sabahaddin’in sözleri daha anlamlı olarak, yerli yerine oturmuş olacak. O, Batılı olmak için, ahlaki ve maddi uygulamalarını aldığımız; yollar, köprüler, demiryolları, limanlar, kanallar, okullar, kütüphaneler, bankalar vb. kurarak Türkiye’yi Batılılaştırmaya çalıştığımızı eleştirirken şöyle bir tespitte bulunuyor. “Bütün bunlara rağmen bir düşünmüyoruz ki, Batı, bunları taklit ile değil, kendi içinden ve yoktan var etti ve etmeye de devam ediyor.”
Onların kendi paradigmaları içinde, bazı şeyler, kendi paradigmaları içinde, belki anlamlı, belki kökten gelen dallar olabilir; ama, bizim kendi köklerimizden değil, hatta köklerimizden koparak inşa ettiğimiz şeyler, bizi kendimize daha da yabancılaştırmış olmaktadır Tüm kanunlarımızı ve uygulamalarımızı Batı’ya uydurarak yol almaya çalışırken, aslında zaman için de kendimize de yabancılaşmış oluyoruz Kavramların gerçek anlamlarını bilmeden, tercümelerle içeriklerini doğru kullanamadığımız moda kavramlar bizim davranış kalıplarımızın çerçevesini oluşturuyor ve ona uygun davranmadığımızda da savunma psikolojisine girmek durumunda kalıyoruz.
Eğer bazı kimseler turizm, Batılı olma yolunda oluşturduğumuz kanuni düzenlemeler sonucu ortaya çıkan fuhuş vb. faaliyetler nedeniyle, binlerce kez emniyete gidiyor ve yasal düzenlemelere bağlı olarak da serbest kalıyorsa, dolayısıyla bazı semtler ve bölgeler de “açık genelevi” anlamında şöhret buluyorsa, bütün bunlar, sapla samanın birbirine karıştığını ve bizim bazı şeyleri yanlış yaptığımızı; dolayısıyla köklerimizden koptuğumuzu açıkça ortaya koymuş oluyor.
Hikmeti kaybetmeden gelişebilmek için, başkası olmak zorunda değiliz, kendi köklerimize bağlı olarak düşünmeli ve çözümlerimizi de bu anlayış içinde üretmeliyiz. İnanıyorum ki, bu yol bizim için daha doğru bir yol olacaktır. Bu nedenle öyle anlaşılıyor ki, yapılacak çoook iş var.
24.05.2012
No responses yet