İşimizde daha çok satış mı yapmak istiyoruz, bunun için pazarı ve malı nerelere ve kimlere, hangi kanallara satabileceğimizi ayna kadar berrak görebilmemiz gerekiyor. Çalışanları motive etmek mi istiyoruz, onları hangi yöntemlerle motive edebileceğimizi görebilmemiz, süreçlerimizi iyileştirmek mi istiyoruz, onları nasıl iyileştirebileceğimizi, net ama çok net görebilmemiz gerekiyor. Bir konuda konuşma mı yapmak istiyoruz, bu konuşmayı da içsel olarak netleştirmemiz gerekiyor. Çünkü kendi iç dünyamızda netleştirdiğimiz şeyin aktarması da net oluyor.
Danışmanlık çalışmalarımızda ve bireysel faaliyetlerimizde açık olarak görüyoruz; Eğer bir şeyi istediğimiz kalitede, istediğimiz kıvamda ve istediğimiz şekilde elde edemiyorsak bu durum genellikle ne istediğimizi çok net görememekten kaynaklanıyor. İstediğimizi zannettiğimiz şey bize sanki netmiş gibi geliyor, ama bir müddet sonra bakıyoruz ki, bir çok nokta askıda kalmış, düşündüğümüzü ve bildiğimizi zannettiğimiz şeyleri aslında düşünmemişiz ve aslında biz o bilgiye sahip değilmişiz.” Ne aradığını bilmeyen aradığını bulsa da bulduğunu fark edemez kuralına rağmen, daha sonra bir türlü istediğimiz sonuçları elde edememekten yakınıp duruyoruz.
… | |
… | … |
Proje yönetiminde bir kural var. Eğer bir proje üretiyorsak o işin zaman, kaynak ve maliyet boyutunu önceden kurgulamamız gerekiyor. Eğer bunları tam ve doğru olarak en ince ayrıntılarına kadar kurgulayamamış ya da, önceden görememişsek belirleyemediğimiz bu hususlar daha sonra uygulama sırasında engel olarak bizim karşımıza çıkıyor.
Kişisel gelişim uzmanları, başarmak istediğimiz her şeyi önceden görüntüsel olarak hissedebilmeyi öğüt verirler. İyi sonuç alabilmek için bu net görüntünün oluşması ve sevgili dostum Melih Arat’ tan aldığım bir formülle, işin projelendirilebilmesi gerekiyor. Her iş bir projedir aslında. Projelerle hareket etmek, sizi belirlenmemiş noktalardan kurtarıyor. Bir şeyi projelendirdiğinizi zannetmek başka bir şey, gerçekten bir proje haline getirebilmek ise bambaşka bir şey.
Antony Robins, “Sınırsız Güç”, ya da “İçinizdeki Devi Uyandırın” isimli eserlerinde görsel, ya da işitsel fotoğraflamadan bahsederken göreceğimiz, işiteceğimiz veya dokunacağımız şeyi tam tamına görebilmek, işitebilmek ya da hissedebilmekten bahsediyor. Mehmet Akif “İnsan hissettiği kadar yaşar” diyor.
Benim bulgularım da odur ki, hayatta istediği sonuçları üretebilenler, elde etmek istedikleri sonuçları elde etmeden önce gayet net olarak görebilenlerdir. Bu öngörü ne kadar net olursa elde edilen sonuçlar da o kadar net ve o kadar berrak oluyor.
İşimizde daha çok satış mı yapmak istiyoruz, bunun için pazarı ve malı nerelere ve kimlere, hangi kanallara satabileceğimizi ayna kadar berrak görebilmemiz gerekiyor. Çalışanları motive etmek mi istiyoruz, onları hangi yöntemlerle motive edebileceğimizi görebilmemiz, süreçlerimizi iyileştirmek mi istiyoruz, onları nasıl iyileştirebileceğimizi, net ama çok net görebilmemiz gerekiyor. Bir konuda konuşma mı yapmak istiyoruz, bu konuşmayı da içsel olarak netleştirmemiz gerekiyor. Çünkü kendi iç dünyamızda netleştirdiğimiz şeyin aktarması da net oluyor.
Deming hatalarla ilgili, bir olayı açıklarken, “Bunun tek açıklaması, oradaki iş gücünün (24 kişi) çok fazla hata yaptığıydı. Eğer bu insanlar hata yapmasaydı, sorun filan olmayacaktı” der.
Oluşturduğumuz, karşılaştırdığımız bir çok hata, olayın kaynağı aslında, “bütünü görememekten”, ya da bir benzetme yaparsak “iş ya da hayat projesinin bütününü görememekten” kaynaklanıyor.
… | |
… | … |
İşlerimize biraz daha dikkat ayırabilsek, tepkiler yerine “bunu nasıl aşabiliriz” sorusunu sorarak işlerimizi çözmeye kalkabilsek, aslında hayat da çok hoş, işler de çok hoş olacak.
Bunu yapabilmek için de, aslında hiç bir sermayeye gerek yok, çünkü ihtiyaç duyulan tek sermaye zaten kendi içimizde ve kendi beynimizde. Ben dahil, ah bunu yeterince bir anlayabilseydik. Unutmayalım ki, bu sermaye, kişinin ömür boyu duyacağı ihtiyacın çok çok üstünde, çok çok fazlasıyla beraber, herkeste, ama herkeste var.
No responses yet